Ne zamandır yazacağım kısmet bugüneymiş. Biraz ihmal ettik bu mecrayı. Kusur…
Bu yıl yüksek lisansa başladım. Hoş, adı yüksek lisans ama ne olduğu belli olmayan işler peşindeyiz. İlk dersteyiz, yılın ilk dersi. Hoca sormuş; “sizce iyi bir öğretmende bulunması gereken nitelikler nelerdir?” Tahtaya bayan bir arkadaş çıkmış, biz sayıyoruz aklımıza gelen özellikleri o geçiriyor tahtaya. 14-15 madde yazılmıştı ki biri çıktı “hocam bence en önemlisi çağdaş düşünce ve Atatürkçülük” dedi ve ekledi: “Bence onu en üste yazmalıyız.” Stüdyoda alkış efektinin eksikliği hissedildi. Neyse, arkadaşın önerisi kabul edildi. Yalnız tahtadaki arkadaşın boyu yetmedi. Erkeklerden biri çıktı, en üste yazacak. Dedi ki; “Atatürkçülük birleşik mi yazılıyor?” Dakka bir, gol bir dedikleri cinsten.
Şimdi ben bunu niye anlattım? Arkadaşın tahtaya yazmaya çalıştığı “düşünce sistemi”ne mesafem büyük. Ancak sorun şu ki, insan kendine dert edindiği şeyin adını da mı bilmez? Deli olacaktım. Şartlar olsa kaçacağım ordan ama çare yok, git gel…
Şu an geldi aklıma; nereye kaçacaksın arkadaş? Her yer bunun gibi durumlarla dolu. Her gün duyuyorum; “bu kriz ayakları palavra, kriz mriz yok”, “sen öyle diyorsun da dünyayı Amerika yönetiyor be abi…” İyi de sen bu bilgiye eriştiysen... Öyle normal söylemezler bunu adama. ..Vahiy gelmiş olmalı sana…
Dünyanın hali harap. Kendisini gerçekleştirmeyi bir nebze başarabilmişler toplum içinde kalırken, diğerleri her türlü süreçten uzaklaşarak toplum dışına itiliyor. O dış tarafta, garipsediğimiz bir yığın olgu var. Esas çoğunluğu toplumun o bölümü oluşturuyor. Emek yoğun çalışıyorlar, göç etmişler, varoşta yaşıyorlar, yaşadıkları yerlere ayak basmak cesaret ister, güvenlik o bölgelerin başat sorunu, uyuşturucu kullanımı yoğun, vatan sevgisi had safhada, eğitimin en kalitesizine maruz kalıyorlar... İsmail Yk’nın tutunmayı bırakın, kök saldığı yerler…
16 yıllık İstanbul yaşamımın her zaman bir ayağını oluşturan yerden bir anı; bundan 3-5 sene evvel mahallede bir çocuk var. Liseden atılmış, yalan olmasın ama 2 sene gidip gelmiştir liseye. Okul yaşantısı bittikten sonra sağda solda takılmaya başladı. Gelirdi yanımıza, katlanması zordu. Bir gün laf Mustafa Kemal’den açıldı. Dedik “Atatürk ilkelerini sayabilir misin?” Cevap hala gülümsetir ama deler adamın içini. “Milliyetçilik, Hürriyetçilik, Layıklık…” Dedik “bu saydıklarının anlamı ne?” “Şimdi yok mu Milliyet, Hürriyet gazeteleri onları okumak. Sonra mesela ben bu sigarayı içiyorum ya bu bana ‘layık’. Bu da “layıklık” işte. Şimdi o çocuğun ne yaptığını sormayın, uzun hikaye...
Esas anlatmaya çalıştığım yerlere geldim.
Burada bir dipnot vermek ilkesel açıdan iyi olacak. O zamanlar tahammül edemediğim o çocuğa saygım; yukarda anlattığım, kendisini ifade etmeyi başarabildiği yegane düşüncenin ismi olan “Atatürkçülük” kelimesini yazmaktan aciz olan “iyi öğretmen” e duyduğumdan çok daha fazla.
Toplum dışına atılan çoğunluğun yanında –ki sistem bunu öncelikle üretim süreçlerinin dışına atarak yapıyor- hesapta okuyan, düşünen, sorgulayan, iyi eğitim gören, beyaz yakalı çalışan kişi arasında düşünsel açıdan pek bir fark kalmamış. Toplumsal süreçlerin tümüne yabancı kalan, müdahale etmek istediğinde ise geçtiği tedrisat tezgahından bağımsız var olamayan, genel olarak üniversite mezunu, çok çalışan, “tutunan” bir kitle var. Bu ikisinin bir arada oluşu, toplumu yöneten iktidar odaklarının oldukça işine yarayan, her türlü saldırıya teşebbüs etmelerini kolaylaştıran bir biçimde aleyhimize olan bir durum. Kabaca bakıldığında iki tarafın artık kompartımanlar halinde bulunduklarını ve ihtiyaçlarının aşağı yukarı aynı olduğunu iddia etmek mümkün. Çıkar yol bulmak, yolsuz kalmaktan zor olsa da öncelikle bireyin kendisini gerçekleştirebilmesi adına denemeye değer.
Not: Yazılanları günlük düzeniyle yazılmış bir iç döküş olarak okumak mümkün. Ancak kısa zamanda yazacaklarımı buradakilerle ilişkilendireceğimi ve bu bağlamda çerçeve yazısı olduğunu belirtmek isterim.
Alper
Harika yazmışsın Alper tebrikler... Ali Tokyo/Japonya
YanıtlaSil