9 Mayıs 2010 Pazar

1 Mayıs

          1 Mayıs’ın arkasından belki gecikmiş bir yazı. Ama, bu gecikme eleştiri yaparken daha sonrasında olana biteni anlamamız açısından yararlı bir gecikme oldu.

        Tarihe ve tarihteki olaylara bütünlüklü bakma taraftarıyım. Bu sene 1 Mayıs, başta İstanbul’da Taksim Meydanı olmak üzere birçok kentimizde kutlandı.1 Mayıs Türkiye’de siyasete doğrudan etkisi az olan, dünyayı emeğiyle var eden, ancak siyaset sahnesine pek çıkamayan işçi sınıfının yılda bir defa siyaset sahnesine çıkmasını sağlayan bir gün. Yılda sadece bir kere siyaset sahnesine çıkan işçi sınıfının, tek ve kitlesel 1 Mayıs kutlamasının gerekliliğine inanıyorum. Bu bağlamda Taksim’de tek ve kitlesel kutlama yapılmasının daha anlamlı olduğunu düşünüyorum. Ben bu yazımda “1 Mayıs’ta kaç kişi vardı” gibisinden sorularla uğraşmayacağım, fakat 2010 yılında 1 Mayıs’ın tüm ülke genelinde 1 milyona yaklaşan bir katılımla kutlandığını söyleyebiliriz.
     
 1 Mayıs’ta, Taksim’de kalabalık bir kitle vardı ama nedense yılda bir kez siyaset sahnesine çıkacak olmanın verdiği heyecan pek yoktu. 1 Mayıs’ta bile “işçi sınıfının sahneye çıkamadığını” -Tekel işçilerinin Mustafa Kumlu’yu kürsüden indirmeleri dışında- söyleyebilirim. 1 Mayıs’ın içeriğinde büyük sorunlar vardı. Ne bir talep, ne bir ikaz vardı işçi sınıfından. Düşünün işçiler Taksim’de toplanıyor ve yıllarıdır ülkeyi yöneten siyasi erkten hesap sormuyor. AKP hükümetinden hesap sorulmasının gerekliliğine ikna olmayanlar olabilir, “CHP, MHP, DSP’den hesap soruldu mu ki geçmiş 1 Mayıslarda” denilebilir ama AKP hükümetinin iktidara gelme şekli ve iktidara geldikten sonra yaptıklarıyla ülkeyi sistematik bir şekilde karanlığa ve uçurumun kenarına götürdüğü açıkça görülmektedir. İşçi sınıfı burjuva iktidarların hepsine sınıfsal olarak düşmandır ama AKP hükümeti bu zamana kadar yapmış olduklarıyla çoktan işçi sınıfının hedef koltuğunda ilk sırayı almayı hak etmiştir ve bu sıralamadaki yerini uzun bir süre kaptırmayacak gibidir.

  1 Mayıs’ın içeriğinin, “içeriksizlik” ve “niteliksizlik” olacağı önceden belliydi. Çünkü AKP hükümetinin valileri, polisleri ve milletvekilleri 1 Mayıs’ı bir tek çatlak ses bile çıkmayacak şekilde düzenlemişti. İstanbul’da kalabalık bir işçi topluluğunun AKP iktidarına karşı seslerini yükseltilmesinden korkuldu ve bunun gerçekleşmemesi için sendikalara güvenildi. Sendikalara, “güvenlik sizden sorulur biz karışmayız” denildi ve sendikalardan AKP iktidarını hedef alan bir işçi bayramının emniyet supabı olması istendi.

 İşçi Bayramı’nı AKP hükümeti sistematik bir şekilde sadeleştiriyor ve sorun halinden kurtarıp bir “milli bayram” edasında kutlanmasına çalışıyor. İşçi sınıfının bedeller vererek elde ettiği mücadele gününü alıyor, kapitalizme entegre etmeye çalışıyor. Newroz’da yapmaya çalıştığı gibi; birileri hapislere giriyor, ölüyor, bayramın gerçek sahipleri yakılan ateşlerin üzerinden atlarken, bu ülkenin valileri, belediye başkanları, bakanları yakılmış bodur ateşlerin üzerinden takım elbiseleriyle atlayıp yumurta tokuşturuyor. Bunun adı da “Nevruz” oluyor. İçeriksizleştiriliyorlar, isyan günlerinden sevgililer günü yaratmak istiyorlar. 1 Mayıs’ı normalleştiriyorlar, tıpkı ülkeyi normalleştirdikleri gibi. Liberallerin söylemiyle normalleşme ve bence “evcilleştirme” veya “ehlileştirme.”

 1 Mayıs’ta yaşanan bu durum sadece bizim ülkemize ait bir durum değil. Dünyada yeni bir sol yaratılmaya çalışılıyor. Egemen güçler “sol”a işçi sınıfını unutturuyorlar ve onun yerine yeni kavramlar kullandırıyorlar; “öteki” veya  “sorunsallaşma” diye. Sol; yalnızca ırkçılığa, etnik ayrımcılığa, feminizme dayanan bir noktaya getiriliyor. Bu da yetmiyor; işçi sınıfı iyice güçsüzleştiriliyor, bölünüyor  “öteki”, “beriki”, “kadın”, “erkek”, “siyah”, “beyaz” “Yahudi” vs. diye parçalanıyor.
     
  Dünyada kutlanılan 1 Mayıslara baktığımızda bunu çok rahat görebiliriz. ABD’de 1 Mayıs kutlamalarına baktığımızda Teksas eyaletinde çıkan göçmen yasasına karşı oluşan muhalefeti görülüyor. Sakın yanlış anlaşılmasın, verilen mücadeleyi değersizleştirmeye çalışmıyorum. Solun elbette bunlara karşı da mücadele etmesi gerekir, ama sol sadece bunlardan ibaret değildir. Türkiye’de Tekel işçisinin verdiği mücadele, solun asıl olarak hangi tarafta saf tutması gerektiğinin açık bir göstergesidir.

Deniz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder