7 Mayıs 2010 Cuma

Köprüden Ne Geçecek?



Uzun zamandır planlanan bir proje var: İstanbul Boğazı’nın üzerine yapılması planlanan üçüncü köprü. Otomobilleri ve içindeki sürücüleri İstanbul’un bir yakasından diğer yakasına taşımak için yıllardır iktidarların sunduğu tek çözüm yöntemi bu. Proje kendilerinin midir bilinmez; ancak otomobili merkeze alan ulaşım sistemi egemen oldukça İstanbul Boğazı’na daha çok köprüler yapılır. Daha üçüncünün ihalesi yapılmadan dördüncüden bahseder oldu “yetkililer.”
Meseleyi tutarlı bir biçimde ele alınca; köprü, viyadük, duble yol vb.nin insanların ulaşımını sağlamaktan çok, otomobil ve türevi metal parçalarını herhangi bir A noktasından B noktasına taşımaya yaradıkları apaçık görülüyor.  İnsanlar otomobillerini genellikle işe giderken ve işten dönerken tek kişinin ulaşımını sağlayan bir araç olarak kullanıyorlar.
Verimli ve sağlıklı ulaşımı sağlamak bir yana, otomobiller insan sağlığı ve çevre açısından da ciddi riskler barındırıyor.

Ekmek yerine otomobil
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de otomobil filosu gün geçtikçe büyüyor. Bununla birlikte otomobiller için yeni yollar, park alanları, trafiği azaltacağı öngörülen yan yollar inşa ediliyor. Peki, ne pahasına yapılıyor bunlar? Trafiğe yeni katılan her beş araç için –ki bu araçların ömürlerinin yüzde 90’ı otoparklarda geçiyor- bir futbol sahası büyüklüğünde alanın asfaltlanması gerekiyor. Asfaltlanan arazilerse ya ormanların ya da ekim alanlarının yok olması demek.
ABD’lilerin sahip olduklar 214 milyon otomobil için 16 milyon hektarlık alan yollara, otoyollara ve park yerlerine ayrılmış durumda. ABD’nin buğday üretiminin yapıldığı alan 16 milyon hektar.( Lester R.Brown,  Dünyayı Nasıl Tükettik? Çeviren: M. Fehmi İmre, Türkiye İş Bankası Yayınları, sayfa 84-85)
Kapitalizm, ekmek yoksa otomobilinizle trafiğe takılıp sinir hastası olun, hatta yaşamınızı her gün -varsa- işe gidebilmek için tehlikeye atın, trafik sıkışığında birbirinizi yiyin, arabalarınız ufaktan çarpışınca da inin aşağı birbirinizin gırtlağına yapışın diyor ve gereken bütün altyapıyı hazırlıyor.
Ulaşım küresel karbondioksit salınımının yüze 23’ünden sorumlu. (Jonathan Neale Küresel Isınmayı Durduralım, Dünyayı Değiştirelim, Çeviren: Doğan Tarkan, Yordam Kitap, sayfa 98)
Bunun içinde aslan payı -yüzde 77- karayollarındaki araçlara ait. Salınımı azaltmanın en kolay ve masrafsız yolu kaliteli ve hızlı toplu taşıma projelerini hayata geçirmekten geçiyor. Çözümü bulmak da zor değil. Genel olarak ulaşım sistemini otomobillerden otobüslere dönüştürmek sera gazı salınımını yüzde 70 oranında, trene dönüştürmek ise yüzde 80 oranında azaltıyor. Tren yolarının otoyolların altıda biri kadar yer kapladığını da belirtmeden geçmeyelim. Yaya ve bisiklet yollarıyla desteklenen bir toplu taşıma sisteminin havayı kirletmemesinin yanı sıra, mevcut otoparkların ve yolların yürüme ve dinlenme için yeşil alanlara dönüştürülerek değerlendirilmesi gibi bir artısı da olabilir. Küçük bir beyin fırtınası yapınca sokakların ve caddelerin otomobillerin daha iyi yürüyebilmesi için planlandığını fark edebiliyoruz. Yollardan otomobillerin kalkması, kamusal alanın insanların kullanımına da açılması açısından faydalı bir durum. Ancak egemenlerin böyle bir dertlerinin olmadığını hepimiz biliyoruz.

 Ortaçağ’daki atlı arabaların hızıyla
 Otomobillerle bir yere ulaşmak gelişmiş dünyada işkenceye dönüşüyor. Günümüzde Londra’da trafik saatte ortalama 16 km, Tokyo’da 18 km, Paris’te 25 km hızla akıyor. (Peter Freund&George Martin, Otomobilin Ekolojisi, Çeviren: Gürol Koca, Ayrıntı Yayınları, sayfa 23.)
Bu oran Ortaçağ’daki atlı arabaların hızlarıyla aşağı yukarı aynı. Motorlar gelişiyor, güçleniyor ancak kapitalizmin büyük kent merkezlerinde hız sürekli olarak azalıyor. Filoya sürekli yeni araçların katılması trafiği sıkıştırıyor. Sorunu çözebilmek için yeni yollar, köprüler inşa ediliyor, üzerlerinden sürücüleriyle birlikte otomobiller geçiyor. Örneğin; İstanbul Boğazı üzerindeki köprülerden geçen insan sayısı 4 kat artmamışken, bu köprülerden geçen araç sayısı 30 kat arttı.
Tüm bu sıkıntıların yanında, yollarda her yıl 1 milyondan fazla insan hayatını kaybediyor. 800 bin insan kalıcı sakatlıklara maruz kalıyor. Havaya salınan zehirli gazların dolaylı olarak yol açtığı akciğer ve solunum yolu rahatsızlıkları, hareketsiz kalmaktan dolaşım sisteminde oluşan rahatsızlıklar ve -otomobillerin tembelleştirdiği insanlarda- egzersiz yapmamaktan kaynaklanan sağlık sorunları da yine otomobilin kitleselleşmesiyle artan sağlık sorunları. Sürücülerin araç kullanırken strese ve yüksek tansiyona maruz kalmaları da cabası.
Özetlemek gerekirse otomobilin yaşamımıza getirdiği kolaylıklardan çok zararı var. Doğayı ve insan yaşamını çetrefilli sorunlarla baş başa bırakan bu ulaşım sistemine karşı topyekûn, köktenci ve acil çözümlerin egemenlere dayatılması gerekiyor. Bizim etkili olamadığımız durumlarda, sistemin kendi tersten çözümlerini üretmesi kaçınılmaz hale geliyor. Üçüncü köprü, duble yol gibi otomobil tekellerinden başka hiç kimseye faydası olmayan akıldışı projelere karşı yerellerdeki dinamikleri harekete geçiren, insan sağlığını merkezine alan, ulaşım sistemlerini üreten ve alternatif olarak sunan bir mücadele hattını oluşturmak için çalışmak gerekiyor. 

Alper





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder