18 Ocak 2010 Pazartesi

PİS TER

Bu ülkenin seksen küsür yıllık resmi tarihi resmiliği kadar da tahammülsüzlüğün tarihidir. “Öteki”nin varlığına, kendini ifade etmesine katlanamayan garabet bir topluluğun kitle eylemleri ve cinayetleri damga vurdu “şanlı” tarihimize. Öyle bir şanlı ki bu tarih; Varlık Vergisi’ni ödeyemeyenlerin çalışma kamplarına sürülmesi, 6–7 Eylül kepazeliği, sonrasında 70’lerdeki katliamlar, darbeler, sonrasında Kürt Sorunu ve başka olaylarla beraber Selendi’deki Romanlar var bu tarihte. Biz varız, Hrant’ın tabutunun peşinden “Ermeniyiz, Hrant’ız” diye yürüyen biz ve onlar var. “Onlar” dediğime de bakmayın siz. O “onlar”la aynı okuldayız, aynı iş yerindeyiz, aynı kahvedeyiz, bardayız ıvırdayız kıvırdayız. Ancak her şeye rağmen “biz” var bir de “onlar” var.
“Onlar” vatanımızı, namusumuzu, bayrağımızı –bayraktaki allık kanın allığıdır-, işimizi, gücümüzü kısaca korunması gereken her şeyi korudular, kolladılar, onlar uğruna yaktılar, vurdular, kırdılar. Ne kadar aynı havayı solursak soluyalım yahut kızalım, küselim, lanet edelim değiştiremedik o tarihin akışını. Olmadı. Tarihin akışının değişmesi biraz da onlarla gireceğimiz fikri münasebete bağlıydı ama o da olmadı.


Düşünüyorum da Ogün Samast gibi kısa bir süre içinde katile dönüşebilecek kaç kişi var aramızda? Hadi Ogün’ü geçtim, “koşun lan, bayrak yakıyorlar!” bağırışlarıyla sürek avına çıkan kitlenin peşinden gidecek kaç kişi var ve onların yaptıklarını “vatandaş tepkisi” diye gören ne kadar kamu görevlisi var? Cevapları belli olan sorular bunlar. Peki, 17 yaşındaki çocuktan katil yaratan bu karanlık ortamda 17 yaşındaki daha niceleri bu akılsız gidişe, katilliğe, provokatörlüğe teslim mi edilecek? Arkadaşlarının yediği naneyi ertesi hafta beyaz bereleriyle kutlayan gençler, yarın daha nasıl cinayetlerin failleri olacaklar? Çok 17 var bu toplumda. Biz de cinayetin ardından insan seli olup öfkemizi kusarız ya da her yıl anmalarla Cuma’nın farzını kılıp gerisini Allah’a havale ederiz. Esas meselenin bu ülkedeki aynı dertten muzdarip kitlelerin bir araya getirilmesiyse biz kimi, neyi, nasıl anarsak analım başka türlüsü olmayacak; anma düzenlemeye devam edeceğiz.

Ellerini kana bulayanlar ya da cinayetlerin son halkası olanlara kızmak, sövmek, lanetlemek doğal reflekslerimiz. Fakat bu cinayetleri işleyenler, sürgünleri son elden devreye sokanlarla o kadar aynıyız ki aynadaki aksimiz değillerse de aramızda yediden az fark var bana kalırsa. Yıllardır düşündüğüm, yeri gelince de söylediğim bir şey var, somutlamak adına faydalı olacağı kanaatindeyim; “Doğu’da, bu satırları okuyan çoğumuzun gitmeyi dahi düşünmediği, adını lanetle andığı topraklarda ne zaman çatışmalar yoğunlaşsa orada çarpışan ve eli silah tutan iki farklı grubu, ideolojilerinden yahut silahlarından arındırıp oturtsan bir masaya, versen ellerine birer çay ne konuşurlar acaba” diye sorarım kendime. .Dertler aynı gibi, aynı tarihsel zamanın farklı coğrafyalardaki çocukları. Aynı hisleri yaşayan, aynı dertlerden muzdarip iki genç. Yanlış anlaşılmasın “ortak kültürel değerler”den bahsetmiyorum, orada çarpışan insanların bireysel düzlemdeki ortaklıkları beni ilgilendiren. Ama bakmayın onların ortak noktalarına, son zamanlarda buralar öyle bir hale geldi ki Viyana hakikaten Van’dan daha yakın oldu. Sonra onların ortak algılarından bahsettiğim bir dost ortamında “ama onlar bizim askerlerimize…” diye cümleler duyup keserim sesimi. Sonra bir cinayet haberi gelir. Bu kez 17 yaşındaki birinin parmağındadır tetik ve sonra da topu patlamış çocuklar gibi “ama o da bizim kanımıza pis dedi” sesleri duyulur. Bizi ortaklaştıracak şey, damarlarımızdan akan asil kan değil kıçımızdan akan alelade terdir ve evet ter de pistir, kokar. Ermeni’nin de Türk’ün de Kürt’ün de teri leş gibi kokar.


Bir taraftan da “onlar” var. Biz “Hrant için, adalet için” dedikçe “ulan hangi birinden hesap soracaksınız” diye kirli gülenler var. “Acaba açıkta bir şey bıraktık mı, ipucu kaldı mı bunlara?” diye etrafı yoklayanlar var. Yıllardır bu işleri kovalıyor onlar, biz başka işleri kovalıyoruz. Reflekslerle hareket ediyoruz. Bir bakmışsınız yüzbinler olmuşuz bir bakıyorsunuz aynanın karşısında anca iki kişi olabilen “birey”lere dönüşüyoruz. Katliamlar artık göz göre göre gerçekleşiyor, her yerin kanalizasyonu patlamış bok akıyor, sapla saman birbirine karışmış birbirlerini vuruyor, biz benlik bütünlüğü peşindeyiz.


Bir şeyler yapmak lazım. 17’lerin geleceği Ermeni’den, Kürt’ten yahut Türk’ten intikam almakla eşdeğer olmamalı. O 17’ler üç beş yıl sonra zerre geleceği kalmamış, denizi görmemiş, karanlığa teslim edilmiş bir halde geleceksizlikten cinayet işler hale gelmemeli. Ogün Samast gibi arkadaşlarına cinayet anı ve hapis anılarından, askerde vurduklarından başka bir şey anlatamayacak insan sürüsü olmamalı bu ülkenin gençleri. Yegâne başarısı "vatanı kirli kanlardan kurtarmak” olan gençler yetiştikçe her şey çok daha zor olacak.


Hrant’ı daha iyi anlamak dileğiyle…

Alper

2 yorum:

  1. “Doğu’da, bu satırları okuyan çoğumuzun gitmeyi dahi düşünmediği, adını lanetle andığı topraklarda ne zaman çatışmalar yoğunlaşsa orada çarpışan ve eli silah tutan iki farklı grubu, ideolojilerinden yahut silahlarından arındırıp oturtsan bir masaya, versen ellerine birer çay ne konuşurlar acaba” diye sorarım kendime...

    YanıtlaSil
  2. çok haklısın abi, bizi birleştirecek tek şey kıçımızdan akan terdir, kimse senin kanın asil sen geç şuraya demez hayatımız boyunca. Hayatımızı yönetenler kıçımızın ne kadar terleyebileceğine bakar sadece. Kıçın diğerinden biraz daha az terliyorsa önce işinden, sonra hayatından olursun... Zaten tüm hayatımız boyunca, hayatta kalabilmek için kıçımızı terleterek hayatımızdan çalarız. Ve kıçımızdaki terle bu hayattan gideriz...

    aliquick

    YanıtlaSil